Kayıtlar

Temmuz, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş

Yoğun yazılım eğitimlerim yüzünden 5 ayda bitirebildiğim ama enteresan bir şekilde hiç kopmuşluk hissi yaşamadığım bir hikayeydi. Yazarın Uçurtma Avcısı kitabından sonra yine onun kadar etkileyici bir kitabı olabileceğini düşünmemiştim. Biliyoruz ki yaşanan kötü olaylar sanatçılara ilham verebiliyor. Afganistan'ın yaşadığı kötü günler de Khaled Hosseini (Halid Hüseyni) üzerinde bu etkiyi göstermiş. Suçu evlilik dışı doğmak olan Meryem'in çocukluk yıllarıyla başlıyor kitap. Okurken ya ben onun yerinde olsaydım ne olurdu diye düşünmekten kendimi alamadım. Meryem'in annesi evin hizmetçisi, babası da evin Bey'i olduğu için kız ve anne gözden uzakta yaşamak zorunda kalıyor. Babasının getirdiği hediyeler, verdiği vaatler Meryem'in gözünde onu ulaşılmaz, mükemmel bir adam konumuna getiriyor. Ama yaş ilerledikçe bir şeylerin sorgulanma zamanı da geliyor. Bir yanda Meryem bunları yaşar ve yaşlanırken diğer yanda yine küçük bir kız çocuğu Leyla'nın hikayesi başlı

Carson McCullers - Altın Gözde Yansımalar

Yolda, vapurda, deniz kenarında ya da herhangi bir yerde birini beklerken okunacak ama kahve battaniye ikilisini çok da haketmeyen bir kitaptı. Neden böyle düşündüğümü açıklayayım. Başından sonuna kadar sıkılmıyorsunuz ama hep bir şeyler olmasını, birilerinin artık her şeyi göze alıp bağırıp çağırmasını, bunlar da olmayınca en sonunda kitabın içine girip karakterlerden bir kaçını -hangisi olduğu fark etmez, rastgele seçseniz de hak etmiştir- tokatlamak istiyorsunuz. Bir kitabın okuyucuyu içine katması ve de okuyanın hayal dünyasına olasıkları sıralaması güzel bir şey ama iyi bir konu bulup bunun harcanması da bir o kadar kötü. Kitap bir yüzbaşı ve eşi, onların evinin karşısında oturan bir binbaşı ve eşi ile er Williams'ın tuhaf bağı üzerine kurgulanmış. Bu beş kişi ve bir de binbaşının evindeki yardımcı arasında geçen ve aslında karakterlerin birbirinden çok kendi içlerindeki dünyalarının ele alınmasıyla ilerleyen roman oldukça kopuk bir çizgide ilerliyor.  Kötü ya da iyi

The Last Man on Earth

2015-2018 yılları arasında çekilen 4 sezonluk komedi dizisidir. Dünyaya kısa sürede yayılıp herkesin ölümüne sebep olan bir virüsten tek kurtulan insan olduğunuzu düşünün. İlk günler bütün marketler sizindir, her şey taze ve bedavadır. Ama kısa bir süre sonra yalnızlık dayanılmaz hale gelir ve tek bir ses duymaya hasret kalmaz mısınız? Bizim Phil Miller da işte bu hayatı adım adım yaşıyor. Dizi ile ilgili spoiler vermek istemiyorum ama afişinde de tek kişi olmaması dünyadaki tek insanın Phil olmadığını belli ediyor zaten :)  Çok kaliteli bir dizi olduğunu söyleyemem ama fena da değildi. Sadece izlerken çok fazla mantık hatası aramamak lazım. Dizi hakkında aşırı komik olduğuyla ilgili yorumlar yapılmış ama ben o kadar komik bulmak için fazla gerçekçiyim sanırım. Aslında tüm sezonlar aynı tempoda gitmedi zaten. Bazen ciddi anlamda artmış bir kalitede ilerlediler ama yeni sezonun ilk bölümünü merakla beklerken dizinin yayından kaldırıldığı açıklandı.  Düşüncelerim biraz karışık.

Lost Room

Çok önemli bir spoiler olmadığı için bu kısmı rahatça söylüyorum ki dizinin temel taşı bütün kapıları aynı odaya açan bir anahtar.  İlerleyen zamanlarda anlaşılıyor ki bu anahtar ıssız bir yerde konumlanmış ufacık bir motel odasına ait. Oda öyle enteresan ki nasıl bırakılırsa bırakılsın her girilişte aynı halde bulunuyor. Dışardan eşya gelse de bir daha çıkıp giren o eşyayı odada bulamıyor. Bu odadaki eşyalar oldukça sıradan ve az sayıdalar. Odaya ait eşyaların çoğu koleksiyoncular tarafından çalınmış durumda. Odanın sırrını bilen kişilerse bütün ipuçlarını değerlendirip birbirinin elindeki eşyalara sahip olabilmek için uğraşıyorlar. Bu eşyalar sayesinde bazen tek tek kullanarak bazen de bir araya getirilerek değişik güçler elde edilebiliyor.  Diziyi izlerken ana kahramanımız dedektif Miller'ın bu odanın gizemini çözmeye çalışırken içine girdiği koşturmacanın içine düşeceksiniz.  Ve dizinin en güzel anı: Odaya dışardan getirilen bir şey yok oluyorsa içerde insan unut

Breaking Bad

Çaresizliğin dibine vurmuş kimya öğretmeni Walter White'ın kendisine kanser teşhisi konulduktan sonra kökten değişen hayatını konu alan dizi izleyen birçok kişinin favorilerinden biri olmayı başarabilmiştir. Yıllar geçmesine rağmen karakterlerin hala akılda kalması, capslerinin yapılması ve dizi öneri listelerinde üst sıralarda kalmaya devam etmesi Breakin Bad'in ortaya koyduğu performansın kanıtı niteliğinde. Walter, ömrünün kanser yüzünden tükenmek üzere olduğunu öğrendikten sonra geride bırakacağı eşi Skyler, oğlu Walter Jr. ve bebekleri Holly'nin tüm hayatını kurtaracak bir yol bulmayı kafasına koyar. Okulda öğrencilere kimya öğreterek kazandığı para yetersiz olduğu için başka bir hedefin peşinde koşar; en yüksek saflık derecesini tutturarak metamfetamin üretmek. Sona geldiğinde kendisini en başta koyduğu hedeften çok daha farklı yerde bulan Walter'ın yaşadıkları dizi olmaktan çok gerçeğe yakın ilerliyor. Hiçbir zaman -ki buna finali de dahil- izleyicisini ha

Val McDermic - Kadın Genleri

Val McDermic'in bir diğer ve elimdeki son Kate Brannigan polisiye kitabını da bitirdim. Kalan bir kaç kitabını da piyasada bulabilir miyim bilmiyorum ama denk gelirsem hiç düşünmeden alırım.  Aslında Dedektif Rizzoli Isles'lı kitapları okuduktan sonra daha iyi bir kadın dedektif karakteri gelemez diye düşünüyordum ama en az onun kadar iyi ve ek olarak çok daha eğlenceli Kate Brannigan karakteri de okuyanı sürükleyerek kitabın sonuna ne zaman geldiğini bile unutturacak özellikte. Kate Brannigan serisinde en beğendim özellik baş karakterin aynı anda birden fazla ilgi çekici vaka üzerinde çalışması ve bunlara ek olarak özel hayatını da bu konulara dahil etmesi. Silah kullanmadığı için her şeyi aklıyla çözmesi ve uyguladığı şiddet skalasının maksimum değerinin bildiği dövüş sanatları çerçevesinde olması da onu diğer polisiye kitaplarından ayıran başka bir özelliği. Oysa ki biz bile dedektiflik romanlarında karakterlerin cesur ve silahlı olmalarına güveniyoruz. Olaylard